Futbol oyununda asla peşin hükümlü olmak yoktur. Hele söz konusu bir derbi ise kimin kazanacağını bilmek mümkün değildir. Biz kesin kazanırız, fark atarız demek ise külliyen yanlıştır. Kesin olan şudur, derbilerin favorisi genellikle kaybeder. Dün akşam da öyle olmuştur. Ancak ne derece favori olduğumuz da şüpheliydi maçtan evvel. Belki sadece, saha ve seyirci avantajını öne sürebilirdik.
****
Yıllar sonra bir Fenerbahçe derbisi izlemek için stada gitmek ve üzücü bir sonuçla ayrılmak doğal olarak tribünden yazdığım bu ilk yazıyı ne yazık ki biraz geciktirdi. Yıllardır Galatasaray- Fenerbahçe derbileri izliyoruz. Dün akşam oynanan oyun, rakibin ne ilk ne de son kazandığı olacak. Aynı şekilde, biz de defalarca yeniden yeneceğiz. Bunun en basit örneği, 20 yıldır Kadıköy’de kazanamama serisinin bile iki yıl evvel bittiğidir.
Dünkü maçın tekniği, taktiği çok konuşulur elbette. Özellikle iyi oynamadığımız gerçeğini inkâr edecek kadar uç düşünemeyiz. Galatasaray kendi sahasında, asla yarım forvet ve kontratak düzeninde oynamaz. Yarım forvet diyorum çünkü Halil İbrahim her ne kadar yetenekli bir oyuncu da olsa tam bir forvet özelliklerini taşımıyor. Maalesef oyun alanında gerçek bir forveti destekler rolde görmeyi beklemiştik maç öncesi. Ancak beklediğimiz olmadı. Ayrıca Galatasaray, kendi sahasında hem de ezeli rakibine karşı topu bırakıp kontratak futbol oynamaz, oynamamalı.
Bu ve benzer düşüncelerimiz maç öncesi Fatih Hoca’nın oyunu iyi kurgulamadığını işaret ediyor. Oyuncu yapımız ve kalitemiz, olmuş değil zamanla olacak olan bir ekipten meydana geliyor. Topa şimdi sahip olmazsak ya da sahip olmayı ilke edinmezsek, ileride bu oyuncuların mantalitesi ne olacak?
Bu maçın özelinde Fatih hocanın hataları vardı. Yukarıda da değindiğimiz gibi bizce rakibin oyununa gerekli hazırlık yapılmamış.
Burada bir ara verip, her zaman desteklediğimiz ancak hatasını da yeri geldiğinde söylememiz gereken Fatih Hoca’ya birkaç sorumuz olacak,
- Bu takım neden duran toplarda başarısız?
- Neden her taç atışımız kaos oluyor? Kendi yarı alanımızda taçtan kaptırdığımız her top neden kalemizde tehlikeye dönüşüyor? Taç hocası ihtiyacımız yok mu?
- Neden çok basit pas hataları yapıyoruz. Neden çıkarken çok top kaptırıyoruz? Madem pas oyunu oynuyoruz, neden bu genç ekibe daha iyi pas yapmasını öğretmiyoruz?
- Yardımcı hocalarımız yeterli mi? Neden daha iyi ve deneyimli yardımcı hocalarla çalışmıyoruz?
- Yardımcı hoca da kriter “evlat” olması mı?
Hoca bu soruların cevabını biliyoruz ki bize vermeyecek. Fakat bu soruların doğruluğu da su götürmez bir gerçek. Fatih Hoca, bu ve benzer sorulara çözüm bulmak zorunda. Aksi takdirde, Galatasaray’ın yaşayan efsanesinin, “futbolda dün yoktur, bugün vardır” kuralına, kurban gideceği endişesine sahibiz.
Bu maçın kaybedilmesinde tek etken Fatih Hoca değildi şüphesiz. Futbolcularımızın son vuruş beceriksizlikleri de önemli bir etkendi. Kaleci ile karşı karşıya iken hala daha pas atmaya çalışmak çok enteresan. Bazı futbolcularımızın, Premier Lig kariyerlerine ihanet edercesine yaptıkları şut ve pas tercihlerine hayret etmemek mümkün değil. Rakipte böyle tecrübesiz bir kaleci varken şut atmamak ya da isabetsiz şut atmak maçı kaybetmemizin en önemli sebeplerindendir. Bu takımın şutör eksiği olduğunu kabul etmemek konudan çok uzak olmaktır kanısındayız.
Fenerbahçe’nin dirençsiz görünen orta sahasını, gençliğin dinamizmi ile imha edememek büyük bir başarısızlıktır. Oysa maçtan önce, kim oynarsa Fenerbahçe orta sahada ayakta kalamaz düşüncesinde idiysek, hepsi de oynadı.
Gelelim maçın kaybedilmesindeki diğer faktöre
Yıl 2010, o zamanki adıyla TT Arena’nın açılışı. Mevcut ülke yöneticilerine yapılan protestolar. Hatırlarsınız. Adnan Polat’ın başkanlığının bitmesine hatta Genel Kurul’da (her ne kadar mahkemeden iade-i itibar olsa da) ibra edilmemesine kadar giden süreç.
Olay Adnan Polat ile bitmiş miydi? Tabii ki hayır! O günden beri devam eden, mevcut yöneticilerin Galatasaray’a süren kini, her sezon başka başka olaylarla tezahür etmekte. Bugün çok ve açık net ifade etmek gerekir ki, ülkeyi yönetenlerin Galatasaray kini ara vermeden devam etmektedir. Pandemi sezonu başladığında yaşanan olaylar ve Rizespor maçı, geçen sene Ankaragücü maçı ile başlayan çöküşün hazırlanması, son şampiyonluğumuzda bile Başakşehir’i şampiyon yapmak için tüm devlet imkanlarının kullanılması, v.s…
Dün oynanan oyun ve maçın hakeminin tavırları aldığı emirleri yerine getirmek için çabalayan bir askerden farksızdı. Ya VAR hakemi? Zaten ortada hiç olmadığı ve yüz yüze tepki almadığı için istediği gibi at koşturdu. Galatasaray’a olan kini ve emirler doğrultusunda sahada bizi bitirmek için elinden geleni yaptı.
Burada tek tek pozisyonları anlatmayacağız. Herkes neyin ne olduğunu gayet iyi biliyor. Hatta rakip ve onun trol medyası bile! Onları bulundukları durumdan kurtarmak için organizasyon yapılmıştı ve sergilendi. Belki Türk hakemlerini rahat bıraksalar adil ve doğru maçlar yönetecekler ama ruhlarını sattıkları için bu mümkün değil. Onlar maçları adil yönetmek için değil TFF’nin istediği sonucu almak için sahaya adım atıyorlar, VAR’da cambazlık yapıyorlar.
Bunun içindir ki, belki dünyanın en kötü değil ama en kötü niyetli hakemleri TFF’nin hakemleridir. Bunun içindir ki, her sene Avrupa’da klasmanımız düşmektedir ve bunun içindir ki, UCL’ye bile artık ön elemesiz gidemeyecek duruma gelinmiştir.
Yukarıda bahsettiğimiz gibi artık mevcut durumda bir adalet ortamı sağlanmayacağı ve hak edenin sahada kazanıp şampiyonluğa ulaşamayacağı şartlarda, Türk futbolunun tek kurtuluşu gerçekten “özerk” olmasıdır. Mevcut yöneticiler tarafından atanan bir federasyonun, onların istekleri dışında bir şey yapabilmesi mümkün müdür? Kaldı ki TFF’nin başındaki şahıs, azılı bir Galatasaray düşmanı ve ülke yönetimi tarafından en çok ihale verilen iş adamlarından biridir.
Ez cümle, ülke yönetimi değişmeden, kaliteli, rekabetçi ve adil bir futbol iklimi oluşmayacaktır.
Bu arada, İblis lakaplı taraflı “yorumcu” ile Fenerbahçeli Mesut Özil’in, kaybedilen üç maçtan sonra soluğu nerede aldığı gazete sayfaları ve medyaya bakıldığında görülebilir. Bu yorumcu, her ne zaman rakibin başı sıkışsa, o gittiği yer ile sorununu bir şekilde çözmektedir. Sahi, Türk futbolunu kim yönetmektedir?
Umarız Galatasaray yönetimi, arkasında bulunan otuz milyonu aşkın taraftarın gücünü kullanmayı becerebilir ve söylemlerden eylemler safhasına geçebilir.
Aksi takdirde maçlara gelmiyor denen seyircinin, Türkiye hatta Dünyanın birçok yerinden gelirken çektiği cefa boşa gider. Hakları zayi olur.
Biz futbol konuşup yazmak isterken hep hakem ve federasyon yazmak zorunda bırakan bu düzen değişmedikçe, İspanya, İngiltere gibi ülkelerin seviyelerine çıkmayı bırakın, huzurla bir maç bile izleyemeyeceğimiz çok bariz olarak görünmektedir.
Çünkü sahada oynanan oyuna ait doğru ve yanlış şeyi yazabilmek için önce kötü niyetlilerin oyundan elenmesi gerekmektedir.
Marsilya maçı
Tüm bu olumsuzluklara karşın dört gün sonra Avrupa’da oynayacağımız Marsilya maçı var. Ligdeki geleceğimiz çok net değil ancak Avrupa, bizim olmak istediğimiz ve çirkin ülke futbolunun dışında nefes alabildiğimiz tek ortamdır. Her şeye rağmen tüm Galatasaraylı taraftarlar bu bilinçte olup aynı heyecan ile takımımızı desteklemeli, imkânı olanlar tribündeki yerini almalıdır. O gençlerin hatalarına rağmen bizlere ihtiyaçları var.
Cim bom başı dik yürür.
Galatasaray Pusulanız Olsun.
Twitter: https://twitter.com/MiralayMMA
Blog’un kuruluş amacı ve isim hikâyesi için https://www.3numaraliuye.com/3-numarali-uye/yazısını mutlaka okuyun!
