YAKALADIK BİR KÖŞE GÖNDERİNDEN, BIRAKMIYORUZ

0
281


İçimde hep bir burukluktur, yaşım yetiyor olmasına rağmen geçmişte bazı maçları canlı olarak izleyemeyişim. Ben futbolun içine değil Galatasaraylı olmanın içine doğdum ve televizyonun içinde topun peşinde koşturan adamlar, açıkçası küçük bir kız çocuğunun dikkatini o zamanlar cezbetmiyordu. Dedim ya ben Galatasaraylı olmanın içine doğdum. Bunda sağ olsun Peder beyin de öyle oluşunun etkisi büyüktür. Bir de “Gel seni X takımlı yapalım.” diyen aile büyükleri vardı tabi. İnatçı veledin tekiydik, pilavdan dönenin kaşığı kırılsındı. Vadedilen onca şeker, dondurma, para teklifine rağmen Galatasaraylılığımızdan asla vazgeçmedik.

****

Şu sıralar kendi keyif dairemde futbolla ilgilenir durumdayım. Hem futbollu hem Galatasaraylıyım. Bazen izleyici olmak ile taraftar olmak arasındaki ince çizgide tökezlediğimiz olsa da. Lisenin ilk yıllarında Galatasaray’ın maçlarını takip etmeye başladım. Tabi, hepsi topun kaleye girmesine odaklı izlediğim, her şeyden bir haber 90 dakika. Artık taraftarlığın yanında futbol izleyen olmak da insanlara hava basılacak bir olay gibi geliyordu bendenize. O dönemler bu hevesim yüzünden çok fazla pot kırmışlığım da vardır. Misal, takımın deplasmanda oynadığı bir maçı stada gitmiş gibi anlattığım uydurma anılar… 2015 yılında yalnızca maçları izlemek yetmemeye başlayınca en azından temel kuralları öğreneyim diye çıktım yola. Kendi çevremdeki erkek arkadaşlarım işi dalgaya getirdiğinde aynı örneği veririm hep: “Sen ofsayt kuralını öğrendiğin zaman aralığını hatırlıyor musun güzel kardeşim? İşte ben hatırlıyorum.”. Oldukça zorlu bir süreç olduğunu itiraf etmeliyim. Her 45 dakikanın sonunda takımların sağ ve sol kanatlarının neden yer değiştirdiğini anlamam dahi çok uzun bir zamanımı aldı. Böyle basitçe bilgileri internette bulamıyordunuz, büyüklere sorunca “öğrenip ne yapacaksın” tebessümüyle karşılaşıyordunuz. Zaman içinde yalnız Galatasaray maçlarını izlemenin çerçevesinden çıkıp başka başka maçları da seyre daldık ancak hala öğrenebildiğimiz en büyük şey ofsayt kuralıydı. Bir gün, boş bir ajanda aldım elime odanın kütüphanesinden. Daha büyük adımlar peşindeyim. Taktiksel dizilimleri öğreneceğim artık. İnternetten ulaştığım 4-2-3-1’leri 4-4-2’leri çizmeye başladım deftere. Ama sonra, daha büyük bir detayı atlamış olmanın verdiği soğuk hava dalgası yüzüme yüzüme çarptı. Bu 3’ler bu 2’lerin görevi tam olarak neydi? Tamam kalecinin önündeki 4 tane adam savunma yapıyordu, orta saha vardı bir de hücum oyuncuları. Ya sonra?

Taktik-teknik bilgi anlamında böyle bir kaosun içinden çıkıp geldim 2019’a. Bir de işin tarihi sürecini kavrayabilmek var. Ortaokul sıralarından beri en sevdiğim ders tarih olmuştur, bu yüzdendir oyunun en âşık olduğum yanı da zaman çizgisi üzerindeki serüveni oldu. İnsanlara Klopp kim, Pep kim, Tiki-Taka ne bilmiyordum birkaç sene öncesine kadar, deyince şaşırıyorlar. Ben de her seferinde yüz ifadelerine bakıp gülüyorum. Bunu kendi içimde böyle bir eğlenceye çevirdim. Oyunun tarihine de tıpkı tekniğini öğrenmekte yaptığım gibi Galatasaray üzerinden başladım. İlk sayfasını Arsenal maçının kadrosu ile doldurduğum bir takım tarihi defteri oluşturdum kendime. Sonra bir de futbolun kitaplar ve filmler dünyasını keşfedince öğrenmenin arkası kesilmedi. En başından kalan alışkanlıktır, yeni öğrendiğim ve çok şaşırdığım bir olayı defterime kaydederim ve boşta hep bir defterim vardır. Yalnız, -çocukluğunun futboluna şahit olanlar için- bir noktada çok şanslı olduğunuzu söylemeden geçemeyeceğim. Bir şeyleri okumak ve sonradan izlemek asla o olayı anbean yaşamış olmanın yerini tutmuyor. Sanıyorum o yüzden oturduğum masada 1990-2000 jenerasyonu futbolcuları konuşulmaya başlandığında boynum her seferinde bükük kalıyor.

Bir de sosyal medyaya giriş boyutumuz var. Yine lise yıllarıma denk gelen, içimde insanları taklitle karışık holiganizmin peyda olduğu yıllarda düştüm sanal alemin içine. Bir dönem paylaşımlarımın tamamı, büyük taraftar hesaplarının düşüncelerini kopyala yapıştır yapmaktan ve insanlara kendini beğendirme çabası içinde olmaktan ibaret. Esasında bundan hiç şikayetçi olmadım. Arkamda bıraktığım yolları yürüyerek geçtiğim için peşimsıra gelen genç kardeşlerimin de hangi duygular içerisinde olduğunu gayet iyi anlıyorum. O yüzden düşüncelerimi; geri kalan taraftarlık/futbol izleyiciliği yaşantılarını at gözlüğünün kıyısında, holiganizmin kucağında, dar düşünceler dünyasında geçirmemeleri adına paylaşma çabasındayım. Çünkü herkesin elinden tutan birileri olmuyor. Benim kafamı açan, elimden tutan birileri oldu. Bu yönüyle hayat bizim “Var” sistemimizin başına bu işi bilen birini koymuş oldu, var olsun. Şimdi futbolun içine düşebildiğim kadar düşmüş durumdayım. Hem yeşil sahasını seyre hem de tarihinin tozlu raflarını ziyarete. İnanılmaz derecede keyifli bir hale geldi, her ne kadar öğrendikçe daha da büyüyor oluşu bazen beni korkutuyor olsa da en başından beri güzel niyetli insanlarla karşılaştığım kadar “ablacım git evine yemeğini yap” diyen paralı poşet karakterlerle de karşılaşıyorum. Ee, sanırım hayatınızın her evresinde küfürlü destanlar yazmak istediğiniz insanlar bir yerlerden çıkacaktır değil mi?

Bazen bir şeyi sevebilmek ve vazgeçmemek için onda bir tek güzel şey görüyor olmanız yeterlidir. 90 dakikanın sonunda üzüntünün ve mutluluğun korkunun ve güvenin umudun ve umutsuzluğun duyguların ve paranın bir arada olduğu ve bu kadar yoğun derecede yaşandığı, hayatın küçük bir numunesinin sergilendiği; matematik dersindeki öğrencinin “hocam bunlar hayatımızın geri kalanında ne işimize yarayacak” dediği sayıları yeşil sahada görebildiği, müthiş bir oyun futbol. Bir futbolcunun bileğine şiirler okutan, 2000 Galatasaray’ına destanlar yazdıran, dünyanın başka bir yerinde bir araya gelemeyeceğiniz bir insanla sizi omuz omuza getiren, müziğin bestelerde, hikayelerin dakikalarda saklı olduğu müthiş bir oyun. Ve biz de bu oyunun bir kenarından tutanlardanız.

Sevgilerle…

Yorum bırak

Lütfen yorumunuzu yazınız
Lütfen buraya adınızı yazınız