ZORLU Sezonun Ardından…

0
615

Burada yeni başarılarımızı kutlayacağımız bir yazıyla buluşmak isterdim sizlerle, olmadı. Gerçi başarılarımızın haklı gururunu ve sevincini yaşayıp, başka ve diğer başarılara odaklandığımızdan olsa gerek, 3 sene içinde bir şampiyonluk yazısı yazmadım hiç…

Herkesi, her şeyi, siyasi erki, baskıları yenmiş olarak çıkmıştık bir önceki sezondan. Yeni sezon için hayallerimiz ve planlarımız güzeldi. Cimbom’a dair güzel hayallerin peşine düşmüştük yine, kendimizi bildik bileli düştüğümüz gibi…

Ama Hocanın söylediği gibi: “amatör kötüler dedim ama anlamışlar belli ki, artık profesyonel kötüler” di onlar. Bunu her defasında yaşayarak görecektik. Her zamanki gibi “biz işimize bakalım” dedik ve odak noktamız biriciğimiz olmuştu yine.

****

Yeni sezona girerken bir yandan tam kadro kamp yapıp yapamayacağımız, gelenlerin gidenlerin zamanında olup olmayacağını düşünmeye başladık. Heyecanlı bekleyişlerimiz oldu her sezon olduğu gibi. Maalesef yine tam kadro kamp yiyemedik…

Lig başlamadan bizim “yerli ve milli”ler UEFA’ya özenmiş olacak ki, “Türk işi FFP” uygulamasını hayata sokuyordu. Sonu da aynen “Türk işi” gibi olacaktı elbette… İhalelerden arta kalan zamanlarında gerekli talimatları yerine getirmesi için oraya atanmış bir sahne performansçısı vardı ve TV’lerde “ŞOV” yapıyordu. Konu tabi ki Galatasaray’dı, temeli öyle gözükmese de… Lakabının hakkını veren Şeytanın “Limiti Galatasaray aşsa yine de ceza verecek misiniz?” sorusuna; “Gözlerinin yaşlarına bakmayacağız” cevabını vermişti. Bu içindeki Galatasaray nefretinin dışa vurumuydu esasen. Zaten karanlıklar içinde kupamızı kaldırdığımızda yine bir TV’de “Galatasaray’ı ömrüm boyunca affetmeyeceğim” diyen şahıs bizzat kendisiydi. Galatasaray’ın kimseden bir şefaat beklemeyeceğini adı gibi biliyor olmasına rağmen, kendisini enteresan şekilde bir yerlere koyuyordu. Galatasaray alayını üst üste koyuyordu, muhtemelen hep bunun neticesiydi bu dışa vurumlar…

Lig başlamış, gelenler gidenler olmuş ve gelecekleri bekliyorduk. Henüz ilk haftadan belli olmuştu, artık gerçekten profesyonellerdi. Seri’nin haklı olarak kırmızı yediği pozisyonu hatırlıyoruz. Aynı pozisyon için daha o hafta emsal 3 pozisyon olmuş, sarılarla geçiştirilmişlerdi. Lig boyunca bu tabloyu izleyip durduk, bu ve buna benzer nicelerini, izlemeye de devam edecektik…

Performans olarak kötü bir grafiğimiz vardı ortada. Takım bir türlü “takım” olamıyordu, takım içindeki bireysel performanslar birbirinden tamamen alakasız bir hal alıyordu. Hepimiz bir an önce takım olmayı bekledik, uzun bir süre. Ama temel olarak çok çok kötü bir oyunumuz da yoktu. Hatta oyunun bazı bölümlerinde mükemmel geçişleri, tamamen taktiksel efektleri, çalışılmış nice oyunları da görüyor ve umutlanıyorduk. Bir türlü olmuyordu “Galatasaray hüviyeti” ne kavuşamıyorduk.

Her şey onların istediği gibi oluyor ve öyle gidiyordu. Onların en büyük isteklerinden birisi de taraftarların baskısı olacaktı elbet. Maalesef bu da yavaş yavaş başlıyor, sesler yükseliyor, homurtular artıyordu.

Bize ve diğerlerine uygulama noktasında yapılanların birbirinin tamamen zıttıydı. Malumun ilanı gerçekleşiyordu, bu sefer sessizce falan da değil, aleniydi ve hiç utanmıyorlardı. İşte tam da bu sebepten dilimize pelesenk olmuş “hakemi de yeneceksin” bu sezon için literatürümüzden kalkıyordu. Hakemi de yenemezsin bazen kardeşim! Sen Marvel karakteri falan değilsin, sen et ve kemikten bir insansın. Ruhun ve yüreğin var, robot falan da değilsin… Galatasaray bir bahanenin arkasına saklanacak bir yapı değildi, hiç olmadı. Ama bu sezonun en net gerçeklerini de göz önüne almadan yapılan yorumlar, sunulan fikirler, getirilen eleştirilerin hiçbir ehemmiyeti ve ciddiyeti olamıyor, hakemi de yenemiyorsun işte bazen, bu böyle bir sezon olarak kalacak hep ve sen sabaha kadar eleştiri de yapsan boş konuşmaktan öteye geçemeyecek… 2010-2011 MHK’sının bu sezon tam kadro görev alması bile başlı başına her şeyin özetidir!

****

Sezon başında adeta bir şovmen gibi işinin hakkını vererek efelik yapan şovmen efendi, limit cezalarını açıklamadığı gibi bir de biriciğini korumak, kollamak, kanat germek adına başlatılan bu düzenlemenin kapsam ve içeriğini değiştirme çabasına girişiyordu. Kapalı kapılar ardında yapılan <belki de onlarca> görüşmeden bir tanesi de bu süreçte ortaya çıkıyordu: Zorlu Skandalı. Zorlu’da kurgulanan tezgah, meyvelerini tüm sezon boyunca verdi. Tezgahın baş oyuncuları ellerini kollarını sallayarak gezmeye devam ediyor. Tıpkı aynı cenahın futbol sahnesine attığı ve “silahım olsa çeker hakemi vururdum” diyen karikatür karakterimsisinin elini kolunu sallayıp gezdiği gibi…

Zorlu’dan sonra VAR skandalı, sonrasında MHK başkanı ile bir takım başkanının ticari ortaklığının ortaya çıkma skandalı, sonra ara dönemde cezasız bırakılan Fb ve Bjk’ye yapılan “kıyak” skandalı… Hangi birini saysak diğeri eksik kalacak. Öyle kirli, öyle kara, öyle ahlaksız bir sezon! Ve 2010-2011 sezonuna en büyüğünden rahmet okutacak bir sezon!

Tüm bunlar yaşanmaya ve herkes bunları “normal” olarak algılamaya devam ederken biz, kendi işimize odaklanmaya çalışıyorduk. Onca puan farkı varken, Galatasaray’ın ilk yarıdaki özellikle son maçından sonra olsa gerek, diğerlerinin etekleri tutuşmuş, Galatasaray etkisini hissetmeye başlamışlardı… İkinci yarı başlarken daha da umutluyduk, her şeye rağmen. Çünkü biz buyduk, bize bunu öğreten de Galatasaray’dı çünkü. İmkansızlıkların yenilişini de Galatasaray öğretmişti bize…

Gayet güzel gidiyordu her şey, ta ki şu lanet virüsün yayılmasına kadar… Film senaryosu olsa “baba ne sallamışlar be” diye tepki vereceğimiz her şeyin bizzat gerçeğini tecrübe ettik, sıkıntılı şekilde… Hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağını biliyorduk ama, bu kadarı da fazlaydı. Mesela “6 saniye kuralı”nın sanki ilk kez çıkmış olması ve uygulanması gibi. Mesela Andone’nin ayağına yatan kalecinin yaptığının faul olarak görülmemesi gibi… Mesela pandemiden önce taşıdığı Galatasaray formasının, pandemiden sonra Galatasaray forması olmadığını sanan sorumsuz bazı topçular gibi…

Her şeyiyle kötü, her açıdan kara ve dümdüz kötü bir sezon…

Oyun sistemi denen şeyi oturtamadığımız ve oturtmamızın mümkün olmadığı, yeri geldiğinde 9 ası sakat verdiğimiz, yeri geldiğinde en kilit oyuncuların acımasızca cezalandırıldığı ve takımın eksik bırakıldığı bir sezon.

Çoğu futbolcumuzun maç sonu açıklamalarında çok net ortaya koydukları, “plaza dili” diye tabir edien dilden günlük dilimize geçen “mobbing”. İşte bunu dibine kadar yaşadığımız bir sezon!

Bir adam düşünün, hayatının hemen tümünde futbol ve Galatasaray olsun. Yaşamadığı, tecrübe etmediği acı veya tatlı bir şeyin kalmadığı, zirve diye tabir ettiğimiz şeylerin hemen hemen hepsini yaşayan, Türk futbolunda emsali görülmemiş ve görülmeyecek biri. İşte bu Adamın varlığı bile başlı başına onlar için en büyük tehdit ve sıkıntı kaynağı… Bu Adam ağzını açsa ceza vermek ve onaylamak için birbiriyle yarışan kukla kurullar, eleştirmek için pusuya yatmış medya maymunları, başarısız olsun da ne olursa olsun isteyen bir takım enteresan tiplemeler… Bu Adamın tüm bunları hak ettiğini düşünmüyorum.

Sevgili arkadaşlar, en büyük medya baronlarının, en büyük güç sahibi para babalarının, muhalefetin onun bunun dayanamadığı yerden bile baskı yemiş ve yemeye devam eden bir Adam… Bizler, istisnasız hepimiz bir tweet atacakken bile kırk kere düşünürken, doğru bildiklerini açık açık konuşan bir Adam. Devlet Başkanının “bir zat çıkmış…” diye hakkında açıklama yaptığı, buna rağmen geri adım atmayan bir Adam. Lütfen, yapacağımız çıkışlarda bunların tamamını atlamayalım ve kendimizi O’nun yerine koyalım… 66 yaşındaki tanıdıklarımız “ununu elemiş eleğini asmış” iken, Galatasaray için ölmeye gelmiş bir Adam…

Çevremdeki birçok arkadaşımın aksine, bu sezon gençlerin sahaya atılmaması gerektiğini hep söyledim. Belki de muazzam kariyerlere sahip olacak gencecik fidanların kariyerini mahvetmek için en ideal sezon bu sezondu. En ufak temasta bile topçularımızı saf dışı bırakmak için el ovuşturan haydutlar çetesinin o genç arkadaşlar üstünde oluşturacağı baskıyı tahmin bile edemezsiniz. Korkak, sinik, mücadelesiz bir Galatasaray olsun diye her şeyi yaptıkları bir sezonda gençlerin sahaya atılması mantıklı olmayacaktı… Kaldı ki, bırakalım da bunun kararını onlarla sürekli vakit geçiren, gelişimlerini, kontrollerini, 7/24 hayatlarını gözlemleyen Hoca versin. Bu zamana kadar Türk futbolu ve Galatasaray’a kazandırdığı gençleri de O sürmüştü sahaya doğru zamanda, yine öyle nicelerini kazandırır umarım bundan sonrasında da.

Sakatlıklar, cezalılar, Başkanın rahatsızlığı, Hocanın virüse yakalanması… Bitmedi bu sezon…

Bana göre sezonun 2 kırılma anı var,

Birincisi: Babel’in bencilliklerden zincir yaptığı Brugge deplasmanı,

İkincisi: Muslera’nın, şer çetesinin baş aktörlerinden teksaslının takımıyla deplasmanda oynadığımız maçta ayağının kırılması.

Bunları hala aşamıyorum…

Kıymetli Galatasaraylılar,

Eleştirilerimiz oldu ve olacak. Sürdülebilir başarı ve Galatasaraylılık kültürünün temel taşlarındandır eleştiri. Ama lütfen eleştirilerimizi yaparken, bu kara sezonun içeriğini unutmayalım…

İstedikleri nihayet oldu, balya balya para gömdükleri, kanunen suç olmasına rağmen yıllardır bilanço bile açıklamayan, onlara göre “yerli ve milli”, bize göre “haram ve israf”, plan ürünlerini istedikleri noktaya getirdiler. Umarım nihai hedeflerine kavuşur ve çok sevdikleri Katar’a bir an önce satarlar ve biz bu kapkaranlık kimliksiz, ülküsüz, saçma sapan şeyden bir an evvel kurtuluruz. Eğer bu şekilde olmasa bile zaten birkaç seneye tıpkı abileri Osmanlıspor gibi tarihin karanlık ve dip sayfalarına dönecekler…

Galatasaray’ın böylesine kirli bir sezonda bitirdiği sıra umrumda değil. Bizler için şereftir. Tıpkı şeref gibi kavramların söz konusu olmadığı 2010-2011 sezonunda olduğu gibi…

Belki de <daha önce olduğu gibi> nice güzel başarının geleceği bir başlangıç olacak.

“Galatasaray adının olduğu yerde her zaman umut vardır.” diyen Derwall haksız olamaz, hiç olmadı, hiç olmayacak. Tek temennim; bu kara sezonda yaşanılan her şeyden ders çıkarmış, aksiyonlarını planlarını ona göre yapması gereken, Galatasaray makamının etkisinin ve gücünün farkında olunacağı, tam takım kamp yiyeceğimiz bir sezona başlamak…

Birinci, üçüncü, beşinci veya onuncu, hiç fark etmez. Yeter ki biz gibi olalım, dimdik olalım, inancımızdan zerre kayıp vermeyelim!

Cimbom başı hep dik yürüdü, yine öyle yürüyecek!

twitter: http://twitter.com/ilkeryaziyor

Blog’un kuruluş amacı ve hikayesi için https://www.3numaraliuye.com/3-numarali-uye/ yazısını mutlaka okuyun!

Yorum bırak

Lütfen yorumunuzu yazınız
Lütfen buraya adınızı yazınız